Günün birinde, şehrin birinde...
Kimse görmeden, kimse duymadan…
Sessiz sedasız, aniden...
Patlamış insan.
İnfilâk etmiş: Bum!
Beyni fırlamış kafatasının içinden, parçacıklar halinde dağılmış.Tavana, duvarlara, halıya, perdeye, koltuğa, kanapeye, televizyona, sehpaya, masaya...
Yavaş çekim, kare kare… Her yere yapışmış.
Bir filmde kendini izliyormuşçasına…
Bakakalmış insan.
Bakakalmış insan.
Öylece...
Saatler mi geçmiş yoksa dakikalar mı? Belki de hepsi. Her şey bir an.
Ve filmi geriye sarar gibi, ve birşeyi vakumla çeker gibi, dağılan her parçacık gerisin geriye gelmiş. Uçuş uçuş kafatasına girmiş yeniden.
Fırtt! Hüüp!
Hızla eski haline dönmüş insan. Fakat tamamen eski haline değil.
Hızla eski haline dönmüş insan. Fakat tamamen eski haline değil.
(her parça tastamammış DA
bir parça -o tek bir parça-
artık bütünden bağımsızmış DA
ama bütünü bozmuyormuş DA
hayat düğümlerini çözüp ruhu nirvana saadetine kavuşturamasa DA
belirli noktalardan sızabilecek ruh yorucularına karşı
gerek duyulduğu anda 'heeyt dağılın uleynn!' narasıyla çıkıp gelecekmiş)
Tuhaf olduğu kadar da iyi bi hâlmiş. Anlamış insan.
Sonra bir bahçeye gitmiş. Şehrin içinde saklı bir bahçeye.
Bissürü ağaç varmış bu bahçede. Hepsine dokunmuş, okşamış.
Ağaçları seviyormuş insan.
Çitlembik ağacının yanına gelince gülümsemiş. Namlıymış çünkü çitlembik ağacı.
Onu ayrı bir okşamış.
Masal bu ya, o dakika dile gelmiş, konuşmaya başlamış ağaç.
"Nazar için mi geldin? Haydi durma, sen de kabuğumdan bi parça koparıp kem gözlere karşı görünen bi yerine tak! Yüzyıllardır yapıyorlar bunu, nazar ağacı diyorlar bana. Hıh! Oysa ki yalnızca bi ağacım ben! Ne bilirim, ne anlarım nazardan? Gülüyorum sadece!"
"Nazar için mi geldin? Haydi durma, sen de kabuğumdan bi parça koparıp kem gözlere karşı görünen bi yerine tak! Yüzyıllardır yapıyorlar bunu, nazar ağacı diyorlar bana. Hıh! Oysa ki yalnızca bi ağacım ben! Ne bilirim, ne anlarım nazardan? Gülüyorum sadece!"
"Hey, çemkirme ya hu! Yapmam öyle birşey! Ya da belli mi olur, yapabilirim de. Masum inanışların ne zararı var ki çitlembik? İnsanlara güç vermenin, o duyguyu yaşatmanın nesi kötü? Korkma incitmem seni, kabuğunu dalını koparmam. Yere düşmüş bi kırıntını alırım olsa olsa. Ne güzel ağaçsın bi bilsen..."
Anlayıp dinlemeden dik dik, pat pat konuşmanın pişmanlığı yürümüş bir anda çitlembiğin dallarına. Sözlerini geri almak istercesine hışırdatmış yapraklarını.
Anlayıp dinlemeden dik dik, pat pat konuşmanın pişmanlığı yürümüş bir anda çitlembiğin dallarına. Sözlerini geri almak istercesine hışırdatmış yapraklarını.
"Mahçup ettin beni … Hakikaten bi gücüm olsaydı, tüm gövdem ve köklerimle sana nazarlık olmayı isterdim şimdi."
"Sağol çitlembik, sen gölgeni ver bana sadece. Yoruldum. Dibinde biraz oturup biraz da uzanayım, olur mu?"
"Buyur o zaman, gör bak nasıl dinlendireceğim seni!"
Çimenlerin altında toprak, toprağın altında çitlembiğin kökleri…
Kökler nazikçe sarmış bedenini. Bir çekiliş, bir yükseliş…
Hissetmiş insan.
Gökyüzünde kanat kanat süzülen kuşlar…
Maviliklerde beyaz bir yol. Bir uçak izi...
Güneşli, ılıman hava. Bir rehavet...
Yavaş yavaş kapanan göz kapakları…
"İyi misin?" diye sormuş çitlembik, "İyi geldi mi dokunuşlarım?"
Cevap alamayınca, bakmış ki...
Dalıp gitmiş insan.
RÜYA ÇAĞLA
Mayıs 2013
Yorumlar: (0)
henüz yorum yok