'Yaz günleri en tatlı hayaller gibi geçti'
Şarkı böyle der ya hani...
Dur dedim ben de, aman yaz geçip gitmeden çalışma masamın sol cenahına yığdığım okunacak kitaplarıma bir el atayım.
Attım nitekim...
Ta kışın yığmışım, öylece beklemekteydiler. Düzenli tozlarını alıyordum, o kadar.
Okumanın zamanı, mevsimi olmaz elbette ama acil okumalar dışında kalan kitap okuma eylemimi yaz mevsimine havale ettim epeydir. İster evde, ister bahçede bir ağaç gölgesinde, ister kumsalda, ister kafede, ister oradan oraya yolculuk sırasında….
Bana pek uydu.
Bana pek uydu.
Tek tek baktım…
En üstteki, kulaktan kulağa hep sözünü duyup aldığım bir kitap. Felsefik birşey.
Oh, hayır! Neredeyse beşyüz sayfa! Felsefe çekemem bu sıralar. Kalsın!
Oh, hayır! Neredeyse beşyüz sayfa! Felsefe çekemem bu sıralar. Kalsın!
Onun altındaki devam niteliğinde. Biri yetmemiş, devamını da almışım. Geç!
Ya bu? Bir ailenin hikayesini anlatıyor. Dönem kitabı. Hepsi birbirine benzer. Bırak!
Giriş cümlesine bakılırsa fırtınalı bir aşka dair bu da. Yok, bunaltır şimdi beni. Boşver!
A, bak bu yazarın kitaplarını beğenerek okumuştum. Fakat devam kitabı imiş, ilkini edinmem lazım önce. Tüh!
Bunun tv dizisini yapmışlardı. Okurken dizideki karakterler canlanır gözümde şimdi. Zaten diziyi de tutturamamışlardı bir türlü. Unut!
Velhasıl…
Hiç biri açmadı beni.
Öyleydi böyleydi derken yine üstüste dizdim kitapları.
Mevsim yaz, lâkin okuma arzum yerlerde sürünüyor…
N'apsak?
N'apsak?
Çare? Var tabii ki, olmaz mı?
Zaman zaman yaptığım birşeydir, özellikle genç yaşlarımda okumuş olduğum kitapları tekrar okur, hem kitap hafızamı tazelerim hem de ilk okuyuş algımı test ederim çaktırmadan.
İyi bir yöntemdir benim için. Yeni bir kitaba odaklanma eşiğim düştüğünde de başvurduğum olur. Bir tür gaz.
İşte bu yüzden, yine kendime gaz verebilmek için kitaplığa göz gezdirdim. Gönlüm hangisine kayarsa…
Babalar ve Oğullar’da durdum.
Yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı.
Onüç yaşımdaydım ilk okuduğumda…
Kitabın kahramanlarından Yevgeniy Bazarov'u hatırladım hemen.
Ve annemdem yediğim zılgıtı.
"Anne ben nihilist oldum!"
"O da neymiş öyle?"
"Nihilist, nihilist! Yani hiççi!"
"Kızım şaşırdın mı sen? Nerden buluyorsun böyle şeyleri bilmem!"
"Kitapta okudum. Bazarov var, nihilist. Ben de öyleyim artık!"
"He, öyleyim deyince olunuyor tabii… Bana bak bana, gözüme bakk! Yok öyle ist mist! Duymayayım bi daha, anlaşıldı mı küçük hanım? Haydi yallah!"
O yaz mahallemizin abileri de nihilist takılıyorlardı. Tam da kitabın üstüne denk gelen bir dönemdi. Hele bir abi vardı, hık demiş Yevgeniy'nin burnundan düşmüş gibiydi adeta. Sevdiğim bir abiydi, enteresan insandı. Benim nihilistlik merakımı körükleyen biraz da oydu. Onun birşeyden haberi yoktu tabii. Ben bu çakışmayı ilâhi bi rastlantı olarak düşünüp olayın içine bodoslama dalmaya karar vermiştim.
Abiler bizim sokakta toplaşırlardı çoğunlukla. Sokaktaki alçak duvarda oturup 'her şey boş, her şey anlamsız' diye söyleşirlerken, bir kuulluk, bir umursamazlık havası olurdu üstlerinde. Ama en çok o abiye yakışırdı bu haller. Diğerleri onu taklit ederlerdi esasen. Abi çok orijinaldi.
Gün akşama dönerken içlerinden birinin babası en yorgun, en bezgin, en dünyadan vazgeçmiş, fakat bir yandan da mahalledeki falanca abi/amca duruşuna halel getirmemek için midir bilemem, en raconlu baba, en afili delikanlı yürüyüşüyle sokağın başında görünür; bunlara ters ters bakar, tek lâf etmeden kendi oğlunu bir baş hareketiyle duvardan indirip önüne katardı ki...
İşte o vakit hayat derhal anlam kazanırdı.
Diğer abilerin akıbeti ne oldu bilmiyorum fakat benim abiyi on beş yıl kadar önceçocukluğumun geçtiği yerlerde görüp sevinçle kucaklamıştım. Uzun sohbetimizin arasındaneden evlilik yapmadığını sorduğumda bir güzel gülümseyerek 'evlenen arkadaşlarımın halini görüyorum' demişti. 'Nereye gidiyor o aşk, içimizdeki çocuk nereye gidiyor? Ne oluyor?'
Omuzunu silkmişti sonra. 'Hiç! O yüzden, boşver!'
Yine nihilist, yine umursamazdı.
Benim nihilistlik hevesimse o yaz sonunda geçmiş, annemden yediğim zılgıtla kalmıştım.
Birazdan kitabı elime alıp ilk sayfaları çevirmeye başlarım.
Sonra anneme yine derim belki, bu kez mahsusçuktan: "Anne ben nihilist oldum!"
Ama annem eski atılganlığında değil.
Dalgın, yılların yorgunluğuna teslim...
Dalgın, yılların yorgunluğuna teslim...
Muhtemelen fark etmez bile ne söylediğimi.
"İyi çocuğum, çok güzel… Sen aklı başında insansın, hayırlı olsun."
Haydi bakalım, okumaya...
Gittim ben.
RÜYA ÇAĞLA
Ağustos 2011
Yorumlar: (0)
henüz yorum yok