Rüya Çağla - KULE

Bir film gelecekti aklıma... 

25 artı sene evvel televizyonda izlediğim. Sinema filmi değil de televizyon için çekilmiş uzun metrajlardan belki. Belki de televizyon dizisi. Her bölümünü (muhtemelen) takip etmişliğimden hatırımda tek bölümmüş gibi kesintisiz iz bırakan. 

Kasabanın birine bi kule dikiyorlar.    
Uzun bacaklar üstünde koca bi kafa misali, robotik, uzay mimarimsi, yüksek mi yüksek, kasabadakiler nereden bakarsa baksın görülebilecek bi yapı. 
Ahali tabii önce uyanamıyor duruma, o sebeple biri de çıkıp 'kule de bizi görecek mi?' diye sormuyor. 
(Çünkü o soru ancak seneler sonra başka bi filmde, başka bi özne ile sorulacak.) 
Sonradan anlıyorlar ki bu şey meğerse her yaptıklarından haberdar değil miymiş?
Hepiciğini görmüyor muymuş meğerse? Amanın! 
Olaylar geliştikçe durumun garipliğini ve vehametini iyice idrak edenler kasabadan kaçmaya çalışıyorlar ama artık ne çare. 
Kulenin sensörleri var bi kere. Kaçmaya yelteneni anında algılıyor, şak diye tespit ediyor yerini. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi oluyor zavallım. 
Bir klişe olaraktan kasabada yaşayan bazı kişiler de kuleyle işbirliği halindeler, kasabanın en nüfuzlu adamı mesela kuleyi yöneten asıl güçlerin baş işbirlikçisi. 

Peki o asıl güçler bizzat kulenin içindeler mi, yoksa uzaktalar da güçlerini kulenin üstün teknolojisi aracılığı ile mi kullanıyorlar? 
Amaçları ne? 
Şüphesiz iyi birşey değil de, ne yapmak istiyorlar tam olarak? O kasaba bi nevi laboratuvar olarak mı seçilmiş? 
Oradaki deney başarılı olursa insanları gözetim ve baskı altında tutmayı ülke sathına mı yayacaklar?
Uzaylı mı bunlar? Dünyayı mı ele geçirecekler?
Kulede hapis tutulan bi Rapunzel var mı? 
Nını nını nını nını nını nını...  (gerilim müziği)

Azz sonra! 

Demek isteyecektim. Fakat aradan onca yıl geçtiğinden ayrıntılar uçup gitmiş olacaktı kafamdan. Zamanın ruhu itibariyle henüz bu tarz filmlere karşı antikor geliştiremediğim için heyecanla izlediğimi, ormanda saklanmaya çalışan esas kıza 'ay ay dur, sakın çıkma ordan!' diye seslenerek tırnak yemenin eşiğine geldiğimi anımsayacaktım bir tek. Kız beni duymadığı için yakalanacak, bense bu aşamadan sonrasını artık hiç hatırlayamayıp; ellerinden kurtuldu mu, zalimler hak ettiği cezayı buldu mu, ıssız acun kaldı mı bilemeyecektim. (Bunları yazarken bir yandan da 'böyle birşey izledim mi acaba?' diye şüpheye düşecek; onu hatırlama, bunu hatırlama, uyduruyormuş gibi hissedecektim kendimi)
O dönem kimi yolculuklarımda, kimi şehir veya kasabalardan geçerken, daha önceleri hiç mi hiç ilgi alanıma girmediği halde zihnimin filme gönderme yapmasıyla benzerlik kurduğum şeyler görüp hınzırca  'hımm?' demişliğime ve elimdeki malzeme ile konuyu yerelleştirerek kafamda yol boyu yeni filmler çekmişliğime ise kocaman gülümseyecektim.  
 
Neylersin... 
Su kulesi tabii ki onlar. 
Henüz baz istasyonu denilen dikitler boy vermemiş dört yanda, ülkenin tek tv kulesi Endem daha proje halinde bile değil, onu bırak Ankara'nın Atakule'si de açılmamış ki nice nicesine sarılıp benzerlikte az biraz isabet kaydedeyim! 
Hem zaten bi Galata Kulesi, bi Kız Kulesi, bi Beyazıt Yangın Kulesi... 
Küçüklükten kimse 'sayçocuğumbildiğinkuleleri' dememişse de, aha bu ilk üç poster niyetine asılı kalmış beynimin duvarlarına. Ha bir de hatırı kalmasın, Eyfel. Ama o ecnebi diyarında. Yaşadığım şehirde ansızın görüş açıma girmediğinden sayılmaz haliyle. 

O vakitler analog analog yaşayıp gidiyoruz...

Artık eskimeye yüz tutmuş bir yeniliğin dahi memlekete gelmesi ortalama çeyrek yüzyıl sürerken, önümüzdeki çeyrek içinde her şeyin birden hızlanacağını, art arda handiyse eş zamanlı yeniliklere gark olarak elimizin altında başka bir dünya döndüreceğimizi (tabir-i caizse parmaklayacağımızı)öngörmek ne mümkün. 
Düşün, renkli televizyon geleli üç dört yıl olmuş...
Tanıdığım en akıllı alet akıllı fırın.  
  
Günün birinde, davete icabet gittiğim misafirlikte...
Biraz hoş beş, sonrası ikram faslı derken...
Bir an gelecek, bi bakacaktım...
Abov!
Bütün kafalar önde...
Ellerde telefon ve tabletler...
Ve derin sessizlik...
Çok derin. İçine düşmüş herkes. 
Parmaklar ekran kaydırmaca/büyütmece/tıklamaca pozisyonunda olmasa, dudak kenarlarında da hafiften bir gülümseme belirmese, içilen çay ve kahvelere katıştırılmış uyku verici bir maddenin varlığından şüphelenmek işten değil.
Kendi kafamı az biraz kaldırdığımda görecektim bunları...
Hafiften rahatsızlık duyarak derhal ayrışacaktım.  
Seyre durduğumda ise...
Manzara olanca haşmetiyle çıkacaktı karşıma: Dijital hayat!

Öylece dıştan dıştan, düşünceli düşünceli izlediğimi gören birinin beni hayretten kalakalmış sanıp da'Ne var? İlk defa mı görüyorsun bu manzarayı sanki?' gibisinden sorduğunu farz edecek... 
'Her zaman, her yerde tabii ki!' diye cevaplayacaktım. 'Manzara çoktandır fiks. Fakat hiç bu kadar net görmemiştim.' 

Tam o ana denk düşecekti işte.
Tak! (Bknz. giriş cümlesi) 

Sonra dönüp diyecektim ki kendime: 
Yollarda boşuna aramışım... 
Kule hayatımızın içine dikilecekmiş meğer. 
Herkesin kendi kulesi olacakmış... 
Ve herkes kendi kulesinde Rapunzel.


RÜYA ÇAĞLA
Aralık 2014 

Yorumlar: (0)

henüz yorum yok

Neler Yeni ?


Son Yorumlar

2022-10-25 Rüya Çağla - SEVDADIR BU KALBE DOLAN » Mükemmel Bir Çalışma Keşke yeni albümler gelse » zahidce.arabesk